Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

GÜVEN BORÇA Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Bülent Şenver'in Odası TV Programı GÜVEN BORÇA
09.04.2014
Okunma Sayısı : 7424
Oy Sayısı : 6
Değerlendirme : 5
Popülarite : 3,89
Verdiğiniz Puan :
 

 

Bülent Şenver'in Odası TV Programı GÜVEN BORÇA

.
.

izlemek için       

.
.

dinlemek için  

.
.


Güven Borça, Bülent Şenver

.
.

Bülent Şenver'in Odası TV Programı GÜVEN BORÇA


Bülent Şenver'in Odası TV Programı GÜVEN BORÇA
Deşifresi

Güven Borça (GB)
Bülent Şenver (BŞ)

BŞ: Bülent Şenver'in Odasına hoşgeldiniz.

Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Güven Borça. Hoşgeldiniz Güven Bey.

GB:
Hoşbulduk.

BŞ:
Güven Bey, siz marka denilince akla gelen ilk isimlerden birisiniz. Marka konusunda da çok uğraş veriyorsunuz, alın teri döküyorsunuz, Türkiye marka yaratsın diye uğraşıyorsunuz, uğraşıyorsunuz, çabalıyorsunuz hala daha bir marka yaratamadık galiba.

Dünya markası diyeyim, yurtiçi markalarımız var, yurtiçinde bildiğimiz markalar var ama bunu dünyaya açalım dediğimizde yaratamadık ve Türkiye markası yaratalım diye de bir moda oluştu Türkiye'de , bir sevda oluştu.

"Türkiye'yi dünyada nasıl bir marka yaparız" diye.

Önce güneş, deniz, onlarla yaklaşımlar yapıldı.

Lokum, kebap, rakı, diye.

Sonra "Olmaz böyle şeyler daha ciddi çalışalım dediler.

Siz bu tür çalışmaların neresindesiniz?

GB:
Başından beri içindeyiz Bülent Bey.

1988 senesinde pazarlama kariyerini seçtim, 1990'ların başında markalar ve bunu 90'ların başında beri milli bir mesele olarak aldım.

"Neden büyük markalarımız yok?" diye 1993'lerden beri soruyorum.

Dolayısıyla başından beri işin içindeyim.

Ne kadar dahil oldum kamu projelerine o ayrı bir konu ama kafa yoruyorum, çalışıyorum.

Yüze yakın bir proje yaptık özel sektöre ağırlıklı.

Aslında başka bir iş yapmıyorum.

Bu iş benim işim ve severek yapıyorum.

Fayda gördüğüm için, ciddi bir kamusal yarar gördüğüm için yapıyorum.

O yüzden yapmaya da devam edeceğim.

BŞ:
Şöyle sorayım size; Türkiye markası diyoruz ama ben baktığımda önce bir ürünün veya hizmetin markası ortaya çıkıyor, dünya onu benimsiyor, sonra o marka nedeniyle o ülke bir şekilde tanınıyor.

İsviçre bankacılığı, bankalar bir şey yapıyor sonra İsviçre diyorsun, saat diyorsun.

Acaba biz de öyle mi yaklaşsak.

Biz Türkiye markası yaratalım diye uğraşmak için çaba sarfetmek yerine Türkiye'de böyle bir ürün hizmet ne vardır ki, dünyada markalaştırabiliriz deyip onun üstüne çalışmaları mı yoğunlaştırsak.

GB:
Paralel gitmesi gereken bir şey. Türkiye markası için çok büyük yatırımlar yaparsanız, sonra insanlar Türkiye deyince akla bir şey gelmezse, bunu bir ürün ile taçlandıramazsak  bir de bir değer üretemezsek, bir ciro yapamazsak çok bir anlamı yok.

Tabii ki işin turistik tanıtım kısmı var.

Türkiye'ye turist çekmek için yapılan kampanyalar var.

Bunlar çok değerli, önemli.

Karşılığını da alıyoruz.

Türkiye'ye gelen, İstanbul'a gelen turist sayısı giderek artıyor.

Bunun dışında Türkiye markası, Türkiye algısı markası var.

Onda biraz eksiklerimiz çok. 

Ama ürünlerin markalaşması konusunda, kültürel değerlerimizin markalaşması konusunda oldukça gerideyiz.

Bu gerilik anlaşılabilir belki ama son yılda marka konusunda o kadar çok konuşuldu, o kadar çok kaşındı ki ona rağmen bu gerilik, bana koyan o.

O kadar çok dert etmesek, Bulgarlar çok dert ediyor mu başka ülkelerin başka marka çıkarmasını?

Biz dert ediyormuş gibi görünüp özellikle kamusal alanda, bu kadar az marka işi yapıyor olmamız, asıl üzücü olan o.

Dünyada dediğiniz gibi otomobili ile yola çıkıp teknik ekibi ile kimyasal alanda  da çok şey yapan bir Almanya örneği, moda ürünleriyle öne çıkmış Fransa, İtalya gibi örnekler de var.

Önce ürünlerin markalaştığı , sonra ülkelerin bunların üzerine taçlandırdığı bir vaka da olabilir. İdeali kol kola gitmesi.

Türkiye adına da, Türkiye markası adına da doğru şeyler söylerken, Türk ürünlerinin de daha doğru, daha çağdaş şekilde pazarlanması çok önemli.

BŞ:
Marka uzmanı olarak Türkiye'de ürün açısından dünya markalaşmasına daha yakın olan, yakın olandan kastim hemen olmayabilir ama bizim şuandaki markalarımıza baktığımızda, Türkiye'de bildiğimiz, duyduğumuz markalara baktığımızda en yakın dünya pazarında marka olmaya aday var mıdır? Yoksa hepsi çok gerilerde mi?

GB:
Çok değişik farklılıklar var gelişmişlik anlamında. Şuanda dünya elektronik, teknoloji sektöründe itici güç değiliz maalesef.

Bir ara olur gibi olduk, yaklaştık ama sonra onu Kore'ye kaptırdık, bütün dünya kaptırdı aslında, Japonlar'da kaptırdı. Ama burada her şey değişebilir.

Hızlı değişebilir.

O açıdan o her zaman fırsat kapısı olarak duruyor.

Tabii ki tüketimin klasik alanlarında , otomobilden gıdaya temizlik ürünlerinden , içeceklere biraz daha işimiz zor.

Çünkü artık orada çok büyük dünya devleri işi almış götürüyor.

Ben hep şuna bakıyorum, kültürümüzde ne var?

Tarihimizde ne var?

Oradan neyi markalaştırabiliriz?  

BŞ:
Ne var? Var mı bir şey?

GB:
Çok şey var.

Türk mutfağı var.

Türk mutfağı eşsiz bir mutfak.

Herkesin sevdiği bir mutfak. 

 Çin mutfağını siz seversiniz o sevmez.

Suşiyi  herkes yemeyebilir, Hint mutfağı gariptir biraz herkese uymaz, Türk mutfağında çok şey var, ilk akla gelen döner.

Döneri maalesef markalaştıramadık.

Araplar Londra'da yapmışlar.

Biz , döner yerlerde sürünüyor Avrupa'da.

Hiç organize değil, itibarlı değil. Türk yemeklerinden oluşan klasik şık bir akşam yemeği yiyeceğiniz restaurantlar yok  dünyada.

Çayımız simidimiz vardı, çok şükür Simit Sarayı çıktı, çay ile simidi birleştirdi, bir şey yaptı, onlar global alanda daha gidecekler.

Yöresel ürünlerimizden hiç bahsetmiyorum.

Dünya fındığının yüzde 70'ini üretip bir fındık  markası üretememek ve fındıktan bir şey yapamamak .

Dünyanın üçüncü çay ülkesi ve kişi başına en çok çay içilen ikinci ülkesi olup dünyaya çay satamamak.

Bunlar sıkıntılı konular, geliştirmemiz gereken konular.

Futbolu bu kadar çok seven bir ülkede, taraftarlar farklı şeyler söyleyebilir ama bana sorarsanız hala bir dünya markası, dört başı mamur çıkaramamış olmak, bunlar hep üzücü şeyler.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Güven Borça ile birlikteyiz.

Şimdi üç yap, üç yapma.

Güven Bey, gençler için üç tane "Gençler, bunları muhakkak yapın" diye onlara gösterebileceğiniz bir yol veya bir öğüt olabilir. Bir de üç tane yapma.

Önce isterseniz yap'lardan başlayalım.

Gençler bunları yapın, benim size tavsiyem" ne öğütlersiniz?

GB:
Çok çalışın, erken kalkın, erken yatın öğütlerine girmeyeyim, bazı değişik şeyler söylemeye çalışayım. Sevdiğiniz işi yapın.

BŞ:
Nasıl anlayacaklar sevecekleri işi?

GB:
İnsan bunu hisseder diye düşünüyorum.

Şunu yapmayın, Türkiye'de bir sınav ve puan sistemi var.

Biz de yarıştık ama bizden sonra çok daha arttı bu.

Anlamsız bir hale geldi.

Biraz bunun sonuna yaklaştık diye düşünüyorum ben.

Bu test sınavına bağlı başarı seviyesi düşüyor artık.

Burada ne oldu?

Herkes puanına göre bir yere gitti.

Adam tarih seviyor fizik seviyor puanı elektroniği tuttu, oraya gitti.

Tarih seviyor, mühendislik seviyor, puanı işletmeyi tuttu, Boğaziçi işletmeyi kazanmış gel de gitme.

Adam işletmeci olmak istemiyor.

Böyle şeyler yaşanıyor.

BŞ:
İstese bile ailesi karşı çıkar.

GB:
Puanım tuttu diye sevmediğiniz işler yapmayın.

Hayat uzadı, hayat uzun. 45-50 yıllardan şuan 75-80'lere geldi.

Şuan beni dinleyecek olan genç arkadaşların beklentisi 100 yıl.

Kendilerine iyi bakarlarsa, hatalar yapmazlarsa .

Dolayısıyla bunu sevdiğiniz şeylerle doldurmak, zevk aldığınız şeylerle doldurmak eskiye göre daha önemli.

Eskiden insanlar ast subaylık çok keyifli bir iş değildi ama 20 sene için katlanırlardı.

Daha uzun süre icra edecek hayat, o yüzden sevdiğiniz işi yapın.

Risk alın. Hayat boyu risk almak belki tatsız olabilir, ama içinizde bir şey kalmasın.

Ben keşke yapsaydım olmasın.

Robert Den Niro 'nun köşede kalmış bir filmi vardır.

Orada tır şoförü var, orada oğluna hep şunu der; "Hayatta en kötü şey keşke." Bir şeye yeteneğiniz olduğunu düşünüyorsunuz ve onu denemediniz.

Ben kendi adıma derim.

İki yıl gitar çalmaya çalıştım, dedim ki:

"Sen çok kabiliyetsiz bir adamsın, bırak bu işleri "ama içimde kalmadı. Ben iyi müzik yapardım demiyorum, çünkü hakikaten çok kötü yapıyorum.

Üç, dürüst olun, doğru olun, ahlaklı bir insan olun.

Dediğim gibi hayat uzun.

Kısa yoldan zengin olmanın yolları da var, kısa yoldan ünlü olmanın yolları da var, bunun örneklerini görüyoruz.

Doğrudan ayrılmayın arkadaşlar,. Bu dünya fani, bunu da unutmayın.

Nereden gelip nereye gideceğimiz belli.

Dolayısıyla Sultan Süleyman'a kalmaz diyerek doğru yoldan ayrılmayın.

BŞ:
Yapmaları sayalım, yapmasınlar.

GB:
Bir, bir şeyin esiri olmayın.

Bu tiryakilikten tutkunluğa kadar gidebilecek.

Bu sigara tiryakiliğinden başlar, alkole diğer uyuşturuculara, gençleri bekleyen tehditlerdir.

Ben sadece sigaraya bulaştım, 15 sen öncede kurtuldum.

Öbür şeylere heveslenmedim.

İnsanı bağımlı hale getirecek şeylerden uzak durun.

Diğerlerinden insan kurtulabilir. Kilo alırsınız, verirsiniz.

İnsanın iyi dönemi olur, kötü dönemi olur.

Aşar bunları ama bağımlılık kötü.

O yüzden deneyin bazı şeyleri bağımlı hale gelmeyin.

BŞ:
Onun esiri olmayın. Esiri olmak  onsuz yapamıyorum, diyecek hale gelmek.

GB:
Bu çok katı düşünce sistemleri dolmalar, onlar içinde geçerli.

Hiçbir şeyin esiri olmayın, özgür, kendi iradeniz ile davranın.

Sakın  pişman olacağınız şeyler yapmayın.

Kötü söz söylemeyin, bir düşünün.

İleride pişman olacağınız şeyler yapmamaya çalışın.

BŞ:
Dilinizi doğru kullanın, ağzınızı doğru kullanın.

Çok sinirlendiği zaman bile kendine hakim olsun.

Böyle sinirlendiğiniz zaman ağzınızdan ilk çıkan sözler daha sonra çıkmasaydı dediğimiz sözler olabiliyor.

GB:
Bunu niye söyledim, şimdi sosyal medya çok önemli Bülent Bey.

Twitter da bir şey yazıyor, anında sinirleniyor, o ona cevap, o ona cevap sonra insanlar bir bakıyor çok kötü bir iz bırakmış geride.

Yazılı işlerde benim bir kuralım vardır, sinirlendim yazıyı yazarım, o yazıyı asla o gün göndermem.

Bunu birinden öğrenmiştim. Ertesi gün gönderirim.

Bu twitter, sosyal medya sıkıntılı o yüzden.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Güven Borça ile birlikteyiz.

Şimdi de üç keşke.

Birinci keşke dünya ile ilgili.

Dünyada keşke ne diyebilirsiniz?

GB:
Dünya keşke otomobile bu kadar bağlı kalmasaydı.

Keşke otomobil bu kadar iyi pazarlanmasaydı.

Bir çok alanda İstanbul'un trafiği malum.

Otomobile bağlı bir yaşam 20 yıl önce değildi belki ama herkes almaya başlayınca ciddi bir problem, ciddi bir yük, stres.

Dolayısıyla ben keşke otomobilsiz bir yaşam sürdürebilseydik.

BŞ:
Türkiye için keşke.

GB:
Türkiye keşke 70'leri daha iyi değerlendirseydi. 80'lerde yaptığını 70'lerde yapabilseydi.

Özal 70'lerde gelseydi.

Çok çok ilerilerde olurduk. Kore ile kendimizi kıyaslıyoruz , Türkiye'nin kayıp dönemi 70'lerdir.

Hiçbir olumlu gelişme yok, bir şey yok. 80'lerdeki o atak, 90'larda frene bastık yine.

Ama 70'leri kaçırdığımızı düşünüyorum.

BŞ:
Bir de kendiniz için keşke.

GB:
Girişimci bir adamım, bayağı bir girişimde bulundum, bunları bulunmak zorundaydım yoksa içimde kalacaktı, ama keşke bu kadar çok girişimde bulunmasaydım da, yerine beş işe değil de iki işe daha çok ağırlık verseydim.

BŞ:
Çok değişik işlere dağılmak çok iyi olmuyor, gücünüzü belli bir noktaya toplamak mı iyi?

GB:
Pazarlamacıyım, markacıyım, bütün gücünüzle odaklanın diyorum, tek iş yapın, iyi yapın, oradan dünya markası olun.

Yani hazır giyimde başarı yakaladınız, buradan inşaat sektörüne sapmayın diyorum. Sarkanları eleştiriyorum.

Fakat kendi adıma da beş şirket kurdum, ikisini kapattık, ikisi hayatta, birisini de devrettik.

Ama keşke üç şirket kursaydım, ikisi bugün daha iyi olurdu.

BŞ:
Bu da gençlerin kulağına küpe olacak. O zaman seçici olması lazım.

GB:
Her şeye atlamamak lazım.

Odaklanmak lazım, denemek lazım ama hayatınız boyunca on tane deneme yaptıysanız, iyi seçin ,birinde  gidin.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında Sayın Güven Borça ile birlikteyiz.

Gençlerde tecrübelerini, birikimlerini paylaşıyor.

Şimdi bir göster bin işit. Güven Bey, ben size bir obje getirdim.

Objemiz bu kutunun içinde  ve o objeyi size göstermek istiyorum.

O objeyle ilgili gençlerimize bir mesaj vermenizi istiyorum.

Bu o objenin kullanımı ile ilgili olmayabilir, aklınıza gelen bir şey.

Size getirdiğim obje, bu objeye bir bakalım, bununla ilgili gençlere nasıl bir mesaj vereceksiniz.

Değişik bir obje bu.

GB:
Çalıştığım yerden geldi.

BŞ:
Bir şey söyleyin bakalım, ne söyleyeceksiniz obje ile ilgili, gençler faydalansınlar bu bizim söylediklerimizden.

GB:
Bu obje bir tespih ama modern bir tespih.

Bunların her birinin bir anlamı olduğunu bana çıtlatmıştınız.

Oradan biliyorum.

Bu obje bir sembol. Bu sembol anlamlar yüklü.

Hayatımızda böyle çok semboller var.

Onlar bizim kattığımız anlamlarla değer kazanıyor.

Biraz ona inanmak ile, değer vermek ile anlam kazanıyor.

Dolayısıyla bu objenin bir felsefesi var.

Normalde kullandığımız tespihlerinde bir felsefesi, sayının bir anlamı, değeri ve spesifik olarak kullanımı var.

Dolayısıyla namazdan sonra çekilir .

Bu da öyle bir şey.

Bu tür objelere her şeyden önce inanmak, iman etmek lazım.

Bu bazen dini objeler olabiliyor, ya da insanların inançları var, kimisi yıldız falına bakar, kimisi karma der ya da evrene mesaj göndermekten bahseder.

Dolayısıyla bu bir anlamda telkin konusu, eğitim konusu.

BŞ:
Deşarj oluyor insan. Ben çekiyorum, rahatladığımı hissediyorum.

GB:
Dolayısıyla ben bu tür objelere inanıyorum.

Benim de kullandığım veya yaptığım şeyler var.

Dediğim gibi bu hem fiziksel bir aksiyon, hem ruhsal bir rahatlama, hem dua etmek gibi bir şey. İnsanın hayallerini, isteklerini dile getirdiği bir şey.

Dolayısıyla ben bunları aynı kategoride görüyorum.

İnançlı bir insanım ama çok katı değilim.

O yüzden bunların hepsinde ben bir değer görüyorum.

BŞ:
Sıkılınca da böyle böyle mi yapalım?

GB:
Her türlü kullanım şekli var.

Bunu insanlara bırakmak lazım.

Nasıl kullanıyorsa.

Belki başka birisi sizin hayalinize gelmeyen bir şey yapabilir.

BŞ:
Kötü bir huy elde etmek, veya kötü bir huyu olacağına , bununla kendisi bir mana yüklüyorsa, bir huzur buluyorsa bulsun.

GB:
Bunun gibi birçok objeler var. Bunların bir kısmı daha yaygın olarak hayatımıza giriyor.

BŞ.
Bunun adına mutluluk tespihi diyelim mi?

GB:
Diyelim, güzel, anlamlı bir isim.

BŞ:
Mutlu olmak için bunu alıp  elinizi böyle yaptığınız zaman mutlu oluyorsunuz.

Mutluluk tespihi diyelim o zaman. Biraz sizin elinizde dursun.

Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Güven Borça ile birlikteyiz.

Gençlerle tecrübelerini ve birikimlerini paylaşıyor.

Şimdi "Siz olsaydınız ne yapardınız?

Ben size bir etik vaka hazırladım.

Müsaade ederseniz bu etik vakayı okuyayım size.

Ondan sonra soracağım, bu durumsa siz olsaydınız, siz ne yapardınız? Diye.

Bu vaka hayali bir vaka, gerçek bir vaka değil.

 Ahmet Bey, bir bankanın sahibidir.

Aynı bankada yönetim kurulu başkanlığı yapmaktadır.

Ahmet Bey'in banka dışında da büyük bir petrol şirketi vardır.

Ülkenin en büyük petrol şirketlerinden biridir.

Bir bankanın yönetim kurulu başkanının sahip olduğu bir şirket varsa bu şirkete bankanın kredi vermesi yasaklanmıştır.

Bankacılık kanunu bunu yasaklamıştır.

Ama Ahmet Bey'in petrol şirketinin nakit sıkıntısı vardır.

Banka kredisine ihtiyacı vardır.

Ahmet Bey, bankasında yönetim kurulu başkanı olduğu içinde sahibi olduğu petrol şirketine kredi veremez.

Ne yapsam diye düşünmeye başlar ve aklına iyi bir fikir gelir.

Üçüncü bir şirket kurar ve o şirkete Ahmet Bey ortak olmaz.

Ama o şirketin sahibini de o petrol şirketi yapar.

Yeni kurulan şirketin sahibi şimdi petrol şirketidir.

Ahmet Bey'de der ki: "Artık benim yönetim kurulu başkanı olduğum bu banka bu yeni kurduğumuz şirkete kredi verebilir.

Bu onayı almak için  bankalar kuruluna yazı ile müracaatta bulunur.

Kurula der ki: "Bu krediyi verebilir miyiz?" diye.

İnceleme başlar kurulda, bir gün kurulu başkanının telefonu çalar.

Telefondaki kuruldan sorumlu olan bakandır. Aynen şöyle der bakan:

"Sayın Başkanım, Ahmet Bey'in size bir müracaatı olmuş, kanunlar Ahmet Bey'in ortaklığı olan şirkete kredi verdirmiyor biliyorsunuz.

Ama Ahmet Bey yeni bir şirket kurmuş, Ahmet Bey'in ona ortaklığı yok. Bu başvuruyu ona göre değerlendirirseniz, olumlu bir görüş verirseniz sevinirim" der ve telefon görüşmesi biter.

Kurul başkanı yardımcılarını çağırır, der ki: "Ne düşünüyorsunuz bu konuda? Ne yapalım acaba?"

Yardımcıları aynen başkana şöyle derler: Başkanım, bankalar kanunun amacı bankanın kredi verirken tarafsız davranması, objektif davranması, çıkar çatışması yaratmamasıdır.

Ahmet Bey'in bu yeni şirkete direk ortaklığı yok gözüküyor, ancak dolaylı olarak yeni şirketin sahibi de Ahmet Bey.

Ahmet Bey bu krediyi verirken, bu krediyi onaylarken objektif olamaz ki.

Tarafsız karar veremez ki. Yasamızda, kanunda, dolaylı ortaklık kelimesi kullanılmamış ama kanunun özü bunu öngörüyor.

Bize göre bu tür krediyi bu şirkete de veremezsiniz efendim diyelim" derler.

Kurul başkanı bir taraftan Sayın bakanın telefonda söylediklerini düşünür, bir taraftan da yardımcılarını görüşlerini beyninin içinde dolaştırır durur.

Sayın Güven Borça, kurul başkanının yerinde siz olsaydınız bu durumda siz ne yapardınız?

GB:
Ben o kurulun başkanı olmazdım.

Başta da dedim ya siyaset benden uzak.

Böyle bir dünyada olmak istemediğim için böyle bir yol seçmedim kendime.

Ben orada olmazdım, olsaydım krediye onay vermezdim, birkaç gün sonra görevimden olurdum.

Zaten böyle bir tavrı genç yaşta göstereceğim için oralara çıkmazdım.

Benim için böyle bir şey söz konusu değil.

Ben olsam vermezdim ama şimdi oralarda işler öyle olmuyor.

Oralara çıkmış olmanın o pozisyonları korumuş olmanın bir bedeli var.

Çok açıkçası marka teknisyeni olarak oralarda pek çalışmışlığımız yok.

Bizim müşteri profilimiz daha çok tüketim ürünleri tarafından.

BŞ.
Bu bedel etikten taviz vermek midir?

GB:
Öyle tabii. Veriliyor, hepimiz biliyoruz.

Özellikle emlak ile ilgili sıkıntılar var.

Ben müşterilerim ile ilgili tartışmalarda şunu diyorum:

Onlarında değişik  yatırım alternatifleri var , enerji gibi.

Buralarda siz hükümete bağlısınız.

Dolayısıyla günü geldiğinde istediğiniz gibi davranamayabilirsiniz.

Ama markanız varsa siz güçlüsünüz.

Siz tüketiciyi bağlamışsınız.

Aynen bu tartışmaları biz yapıyoruz.

Dolayısıyla güçlü bir marka daha dayanıklıdır. Bir bürokratın ağzından çıkacak iki şeye bağlı değildir.

Dolayısıyla marka ile etiği birleştirmem gerekirse, marka size daha etik davranma şansı ve lüksü verir.

Çünkü siz banka olarak 10 milyon sadık müşteriniz var. Bu bir güç.

Kimse onu kesip alamaz.

İncelemeye sokar, cezayı keser, CEO'larda yaşanıp duruyor bunlar.

Bir markasınız halkın güvendiği, 30 yıldır evine aldığı,

Arçelik her evde birden fazla var.

Arçelik'seniz daha korumalısınız, çünkü sizi koruyan bir millet var. 70 milyonun 30-40 milyonu sizi alıyor, seviyor.

Dolayısıyla benim tavrım nettir şahıs olarak.

Benim duruşum ve genelde müşterilerime derim ki:

"Siz müşteriyi, tüketiciyi avucunuza almaya, elde etmeye bakın. Bu da markayla oluyor."

O zaman bu şeylerin lafına pek fazla ihtiyacınız kalmaz, çok fazla krediye de ihtiyacınız kalmaz.

Bugün dünyanın büyük markaları nakit zengini.

BŞ:
Bu olayımızda banka denetleme kurulu başkanı siz olsaydınız diyecektiniz ki o zaman "Kanunda dolaylı kelimesi geçmese dahi, özünde bağımsızlık zedelenir anlayışı vardır.

Dolaylı olarak ortak dahi olsa ben bu kanunun içine girer diye değerlendiririm ve ben bu krediyi verdirmem. İstifa etmem gerekiyorsa da ederim."

GB:
Evet.

BŞ:
Bülent Şenver'in  Odasında konuğum Sayın Güven Borça ile birlikteyiz. Şimdi çubuk oyunu.

Burada çubuklar var.

Ben size çubuklar getirdim, üzerlerine de güzel sözler yazdım.

Bir tane çekin bakalım ne çıkacak?

GB:
"Ayakkabının birisi ayağına dar geliyorsa, ikisi de işe yaramaz."

BŞ:
Ayakkabının biri ayağa dar gelirse , ötekisi gelmese bile işe yaramaz diyor.

Nasıl bunu gençlere anlatalım.

GB:
Takımdaşlıkla ilgili bir şey vermek lazım. Sonuçta ayakkabı çift giyinen bir şey.

Dolayısıyla tek ayakkabının bir şeyi yok.

Ortak seçiminden yola çıkabiliriz. Arkadaş seçiminden yola çıkabiliriz.

Ya da bir işe girerken seçeceğiniz iş ortaklarla ilgili.

Ortaklıklar çok önemli iş hayatında.

Ben de girişimlerde bulundum, ortaklıklarda yaptım, çok şükür bir sıkıntı çıkmadı.

Görüyoruz iş hayatında ortaklıklarda ciddi sıkıntılar oluyor.

İnsanlar başta özellikle arkadaşlar sözleşmesiz, anlaşmasız yapıyorlar ama biri olmadı mı , öbürünün bir anlamı yok.

Dolayısıyla buradan ben bunu anladım.

BŞ:
Bir bütün içerisinde herhangi bir parçası eğer uymuyorsa, doğru değilse, düzgün değilse boşver o iş görür deyip onu sahiplenmemek gerekiyor.

Bir bütün olarak her şeyin düzgün, sağlam olması gerekiyor ki, ayakkabının bir tanesi küçük idare ederiz ile olmuyor.

GB:
Bazı işler böyle bir ikili uyum gerektiriyor.

Ayakkabı da böyle bir şey, tek ayakkabı ile yürünmüyor.

Dikkat etmek lazım, özellikle ikili oyun gerektiren, ortaklık.

Basketbol takımında da bu geçerli bir şey.


BŞ:
Bülent Şenver'in  Odasında konuğum Sayın Güven Borça ile birlikteyiz. Şimdi soru yağmuru.

Niye yağmur diyorum, çünkü damlalar gibi kısa kısa sorular soracağım size, sizde kısa kısa cevaplar verin diyorum.

Birinci damlam şöyle:

Türkiye'de niye ortaklar anlaşamıyor? Ortaklık kültürümüz niye yok?


GB:
Sağlam sözleşme yapmayı bilmiyoruz ve iyi niyetliyiz.

Bizde iki örnek var, biz markalaşmayı bilmiyoruz hem de brief vermeyi bilmiyoruz.

Brief hazırlamayı bilmiyoruz.

BŞ:
Brief ön bilgi anlamında mı?

GB:
Evet. Kervan yolda diziliyor.

BŞ:
Türk şirketleri niçin bugüne kadar Coca - Cola gibi , Mercedes gibi dünya markası yaratamıyor.

GB:
Genel gelişmişlik ile ilgili bir şey. Siz sanayileşmeye 50'lerde, 60'larda başlarsanız, markalaşmayı 2000'lere ertelerseniz, orada atı alan Üsküdar'ı geçmiş oluyor.

BŞ:
Bizim iş adamlarımız marka deyince ne anlıyor?

GB:
Bizim işadamlarımız marka deyince isim, logo ve reklam anlıyor.

BŞ:
Ne anlamalı?

GB:
Marka bir fikirdir, bir konsepttir, bütünlüktür, değerdir, bir farklılaşmadır, en önemlisi insanlara bir fayda sunmak, ihtiyacını karşılamaktır.

Dolayısıyla marka bir tabela, bir reklam, bir isim değildir.

BŞ:
Bir markada bulunması gereken en önemli özellikler?

GB:
Fayda sağlaması, ihtiyacı karşılaması ve rakiplerden farklılaşması.

BŞ:
Bal tutan parmağını ne yapar?

GB:
Yalar.

BŞ:
Yalamalı mı?

GB:
Bal tutan parmağını yalıyor ki atasözü olmuş.

BŞ:
Doğru mu yalaması?

O balın kime ait olduğuna bağlı değil mi?

Tuttuğum bal benimse, hak ettiysem  kendi param ile aldığım bir balsa.

Ama başkasına ait bir bal, emanet bir bal, kamunun balı, benim balım değil, 70 milyonun balı, aman ne olacak azıcık alsam dese olur mu?

GB:
Olmaz. Olmasın.

BŞ:
Oluyor mu?

GB:
Çok oluyor.

BŞ:
Türkiye'nin sizce en önemli etik sorunu sizce nedir?

GB:
  Kendi alanım ile ilgili biraz dolaylı bir yorum olacak ama, biz üretimden, imalattan, hizmetten, katma değer yaratamadığımız ve kazanamadığımız için , biz daha çok gayri ahlaki yollara gidiyoruz.

En hafifinden emlak konuları.

O bölgeye verilen emsal, imar konuları.

Kendi konumla bağlantılı olduğu için söylüyorum, Türkiye'de sanayici çok iyi paralar kazanmıyor.

Çünkü fasoncuyuz. Esnaf çok iyi para kazanmıyor.

Dünyaya markalayıp satabildiğimiz bir şey yok.

Ucuzcuyuz, ucuza satıyoruz.

Dolayısıyla buralardan para kazanılmayınca, para kazanmanın diğer yolları baskın hale geliyor.

Bir çok insan halkalı ve etik de olsa 20 sene uğraşıyor, vergi şeyleri de malum.

Normal ticari faaliyetlerden yeteri kadar   katma değer yaratamayan, para  kazanamayan insanımız, girişimcimiz, "Hadi ben de site yapayım. Şu belediye ile görüşeyim. Bir arsa var onun imarı ne acaba?"

Gidiyor kamunun kontrolündeki alanlara enerji işine gireyim, o zaman da şunu yapayım, bunu yapayım. Bence Türkler ahlaklı bir millet.

Ona inanıyorum ve gözlemliyorum da. Kendimizi ve İskandinav ile karşılaştırmayalım.

Asya'ya bakalım, Güney Amerika'ya bakalım, Rusya'ya bakalım, Azerbaycan'a
bakalım, oralardaki ahlak, etik ne durumda .

Bence Türk insanı bayağı ahlaklı ortalamada.

Ama sıkıntı yoksulluk, katma değer yaratamamak, emeğin karşılığını doğru yöntemlerle alamamak. Bunlar var. Her toplumda, her türlü insan var ama ortalamada.

BŞ:
Aldatıcı reklam yapan ve yanıltıcı ürün tanıtımı yapan kimi aldatır?

GB:
Kendini aldattığı da oluyor, tüketiciyi aldattığı da oluyor.

Aldatıcı reklamla çıkar sağlamak yapılan bir şey.

Burada kamuya çok görev düşüyor.

Bunu denetlemesi gereken kamudur.

Burada çok gri alanlarda var reklamcılıkta.

Hani direk yalan söylemek de var, biraz abartmakta var.

Biraz reklamlarda abartıcılık vardır.

Her kozmetik ve şampuan reklamında hayal edemeyeceğimiz kadar güzel kadınlar çıkar.

Biz öyle olmayacağız, yakışıklı adamlar gibi.

İşin doğasında var aslında ama burada gri alanlar var.

Küçük çocukların kullanılması.

Bazı ülkelerde yasak, biz de değil. Serbest bırakırsanız kullanılır.

Çünkü o müşterisine fayda üretmeyi hedefliyor ve biliyor ki küçük çocuk kullanırsam dikkat çeker.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Güven Borça ile birlikteyiz.

Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini deneyimlerini, zenginliklerini paylaşıyor.

Şimdi torba oyunu.

Oyunlarımız bitmiyor.

Bunun içinde bir torba var.

Bu torbanın içine ben harfler koydum.

Bu harflerden bir tanesini çekelim, bakalım şansınıza hangi harf çıkacak?

Baş harfi  o harf ile başlayan doğru davranış, iyi davranış, bakalım hangi harfimiz çıktı?
"E" harfi. Başı E ile başlayan doğru bir davranış söyleyebilir misiniz?

GB:
Eleştiri.

BŞ:
Eleştiri doğru mudur?

GB:
Doğrudur.  Niye eleştiri dedim.

Ben çok eleştiren bir tipim.

Yazdıklarımda da eleştiriyorum, o zaman diyorum ki iyi niyetle eleştiriyorum.

Sadece gördüğümü çalarım, twitterda da.

Öyle bir bilinirliğim vardır.

Bunun zararını da çok görürüm.

Eleştirdiğim firmalardan iş alamam.

Yıllar geçer unutmazlar, husumet yaparlar ama eleştirmeden olmuyor.

BŞ:
Bir tane de kötü veya yanlış bir iş için hangi harf çıktı? "M" ile başlayan kötü bir şey veya yanlış bir şey.

GB:
Kötü şeyler gelmiyor aklıma.

BŞ:
Bir tane daha çek o zaman. "F"ile

GB:
Fitne.

BŞ:
Ne demek fitne? Herkes fitneyi bilmez.

GB:
Sözlük tanımı değil ama fitne kötü niyetli ve yanlış yönlendiren manipülatif değerlendirmelerdir.

Laf sokmadır.

Eleştirin ama iyi niyetli, samimi olsun, fitne yapmayın.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Güven Borça ile birlikteyiz.

Şimdi bir kelime bir cümle oyunu.

Güven Bey, ben size bir kelime söylüyorum ve sizin aklınıza gelen ilk cümleyi bizimle paylaşmanızı isteyeceğim.

Sayın Güven Borça, benimle bir kelime bir cümle oyununu oynamaya hazır mısınız?

GB:
Hazırım.

BŞ:
Kelime hoşgörü cümle.

GB:
Hoşgörü çok büyük bir erdem.

BŞ:
Kelime aldatmak cümle.

GB:
Aldatmak kötüdür.

BŞ:
Kelime aşk cümle.

GB:
Aşk hiçbir zaman pişman olmamaktır.

BŞ:
Kelime zenginlik cümle.

GB:
Zenginlik yürektedir, gönül zenginliğidir.

BŞ:
Kelime mutluluk cümle.

GB:
Mutluluk bazen bir çikolatadır, bazen güzel bir uykudur.

BŞ:
Kelime itibar cümle.

GB:
İtibar, öbür tarafa götüreceğimiz tek şeydir.

BŞ:
Kelime Atatürk cümle.

GB:
Atatürk, Cumhuriyetin kurucusu, önderimizdir.

BŞ:
Kelime etik cümle.

GB:
Etik, daha fazla önem vermemiz gereken bir şeydir.

BŞ:
Kelime marka cümle.

GB:
Topraklardan dünya markası çıkar.

BŞ:
Kelime Güven Borça cümle.

GB:
İnşallah bunların  birkaç tanesinde Güven Borça'nın parmağı olur.

BŞ:
Çok teşekkür ediyorum. Ağzınıza sağlık.

Bülent Şenver'in Odasında konuğum  Güven Borça'ydı. Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini ve zenginliklerini paylaştı.

Unutmayın, gençler bizim her şeyimiz en değerli hazinemiz.

Gençlerimize sahip çıkalım.

Bir başka programda birlikte olmak dileğiyle, tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın.

Hoşçakalın.

.
.



.



.



.


Güven Borça, Bülent Şenver

.



.



.



.



.



.



.



.


Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org