Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

GÜVEN BORÇA Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Türkiye'nin Sembolleri
03.11.2006
Okunma Sayısı : 6068
Oy Sayısı : 3
Değerlendirme : 5
Popülarite : 2,39
Verdiğiniz Puan :
 

 

Türkiye'nin Sembolleri

Türkiye markası çok boyutlu uzun bir iş. Bu bültende sadece turizme ve Türkiye markasının  şekil ve sembollerine değinip esas konuya teğet geçeceğim. Ama yine de resmin tamamına kısaca bakalım:

1.                  Türkiye'nin karmaşık bir marka kimliği, alt kimlik, üst kimlik meseleleri var. 

2.                  Dünyanın değişik bölgelerindeki insanların beyninde mevcut bir Türkiye konumlandırması, algısı var. Bunun da değiştirilmesi kolay ve zor unsurları.

3.                  Türkiye'nin ülkeye turist çekme gibi daha taktik, dönemsel amacı var.

4.                  Türkiye'nin şehirleri, yazarları, sanatçıları, spor kulüpleri, yöresel ürünleri, yani alt markaları ve bunların iletişim işleri var.

5.                  Bunlara farklı din, mezhep ve etnik kökene sahip vatandaşlarıyla ve alt/yan markalarla (KKTC vb) olan ilişkiler, yani iç iletişim de  eklenebilir.

Yukarıdakilerin tamamı bir marka sistemi bütünlüğü içinde birbirleriyle etkileşim içindedirler; ancak hepsinin tek bir ortak çözümü yoktur. Dolayısıyla öncelikle hemfikir olunması gereken şey, Türkiye'nin tek başına bir "imaj" sorunu olmadığıdır. Olayı imaj boyutuna indirgemek işi hafife almaktır. Bunu reklamla çözmek ise arada kötü ürünler de üreten bir firmanın çok iyi bir grafiker ile anlaşarak tüm ambalajlarını yenileyip bundan medet ummasına benzer.

Türkiye'nin kimlik meseleleri karmaşık ve çok boyutludur. Sosyolojik ve politik bir çok yönü vardır. Marka danışmanlarının kolayca çözeceği şeyler değildir. Verimli ve özgür bir tartışma ortamı, kararlı politik adımlar, toplumsal uzlaşı ve zaman gerektirir. Öte yandan ülke ve şehir konumlandırması (destination branding) ile iç ve dış iletişim sorunları teknik konulardır. Buralarda bizim gibilerin yapacağı çok iş vardır. Aynı şekilde turizme yönelik ülke tanıtımı çalışmaları zaten sürmektedir, bu çalışmaları daha üst düzey bir konumlandırma projesinin alt başlıkları olarak değerlendirilmeli, aralarında ilişki kurulmalıdır. Teknik bir meseledir.   

Uygulama açısından bakıldığında söylediğimin anlamı şudur; yurtdışında reklam yaparak bu sorunların tamamını çözemezsiniz ancak turist çekmeye yönelik reklam da yararsız değildir.

Şimdi kimlik ve temel konumlandırma sorularını ileri bir tarihe bırakıp turizme ve turistik tanıtıma dönelim çünkü bu alanda muhteşem bir coğrafi mirasın üzerine mükemmel bir ticari "knowhow" geliştirdiğimizi düşünüyor ve bu konuda atılacak adımların ülkeye kısa vadede ciddi kaynak akışı sağlayacağına inanıyorum. Ha, bir de geçen hafta bayram tatilinde beş günümü bir tatil köyünde geçirdim de, oradan taze gözlemlerim var.  

Sektörle olan ilişkim
Öncelikle iyi bir gezgin sayılırım. Otuz yaşıma kadar tüm Türkiye'yi (üç il dışında) karış karış  gezdim. Avrupa'nın çoğu ülkesi, ABD ve Uzak Doğu ülkelerine ait damgalar da pasaportuma işlendi aynı yıllarda. Sonrasında tempo düştüyse sebebi doymuşluk, üşenme, görece parasızlık ve (sağolsunlar) çocuklarla tura çıkmanın zorluğu olabilir. Neyse ki bu vesileyle de hiç haz etmediğim (her şey dahil) orta sınıf tatil köyleri hakkında bir fikir sahibi oldum da oturup yazı yazıyorum.

Turizmle olan profesyonel ilişkim ise İpek Kağıt'ta çalışırken Ürün Sorumlusu olduğum Marathon markalı ürünler sebebiyledir. Bu görevden dolayı 1989-1990 yıllarındaki sektör fuarlarına şirketi temsilen katılmam ve o dönem güneyde çok sayıda oteli gezip profesyonellerle tanışmam da bu bültendeki ukalalıkları yapmama destek olan yararlı gözlemlerdi.

2003 yılında ETStur'a yaptığımız proje sebebiyle sektörü incelemem ve bazı tesisleri profesyonel anlamda ziyaret etmem de iyi bir takip oldu. Ve haliyle son yedi yılda yaptığımız tatil köyü ziyaretlerinin de katkısıyla gelişmeyi takip edebildiğimi söyleyebilirim.

Doksanların başında ülke turizmi bugünle kıyaslanamayacak bir noktadaydı.  Profesyonelleşme, uzmanlaşma yok gibiydi. Alanya'da turizmcilere "muzcu" denirdi; Muz bahçesini otele çeviren ama nasıl işleteceği konusunda hiç bir fikir sahibi olmayan adam anlamında... Az sayıdaki istisna dışında ne patronlarda, ne de profesyonellerde bir birikim vardı. Fuar standımızı ziyaret edenlerin yüzde biri-ikisi işi bilen, muhtemelen yabancı yöneticilerdi. Orada hep birlikte işi öğreniyorduk.

Örneğin bizim o dönemde yaptığımız kağıt havlu model tercihi ülkeye karınca kararınca bir şeyler kazandırmıştır. O güne kadar Türkiye'de ev dışı kullanıma yönelik hiç bir kağıt ürünü üretilmemişti. İncelemelerimizi yaptık ve dünyada  kullanılan bir sürü dispenser ve kağıt sistemleri olduğunu gördük. Bunlar arasından eski teknolojiye sahip ancak yaygın kullanılan garantili sistemleri seçseydik daha rahat uyku uyurduk ama sektör çok gereksiz makine yatırımı yapar, memlekette gereğinden fazla kağıt harcanırdı. Sonuçta Eczacıbaşı hangi sistemi getiriyorsa hakim model o olacaktı.

Gidip yeni piyasaya çıkmış bir dispenser ve katlama modelini seçtik. Dispenseri de ülkede üreterek ciddi risk aldık ama sonuçta bu sektör yararına oldu. Bugün sektör artık her türlü seçimde çok yetkinleşti,  hizmet veren firmalar büyük aşama kaydetti ve hep kendimizi aşağılama refleksini ve biz adam olmayız ön yargısını bırakıp etrafa dikkatli bakarsanız bir çok iyi şey görürsünüz.

Yıllar sonra ETS tatil köylerini gezerken gördüğüm tablo beni şaşırttı. Hatta hayran bıraktı. Bu memlekette şikayet etmeye alışmışız ama inanın o paralara o hizmeti vermek muhteşem bir organizasyon ve hesap kitap işi. Bu yıl tekrar dikkatle gözledim. İnsanların çalışma temposuna, işbölümüne ve detaylara baktım ve hayran oldum. Kimse hikaye anlatmasın, haksızlık da yapmasın. Yurt dışında da tonla otelde kaldık. Oralardaki hizmet kalitesini de biliyorum. Bayanlar baylar, bu ülkede turizm sektörünün çok önemli bir knowhow geliştirmiş olduğunu düşünüyorum. Biz Türklerin çalışkan insanlar olduğunu ve istersek çok iyi organizasyon yapabildiğimize zaten inanıyordum. Organizasyon becerisi olmayan insanlar Osmanlı gibi bir imparatorluğu nasıl sürdürmüş 600 sene? Artı, şu sıralar güneye ciddi bir yetenek akışı da var. Otellerde gösteri yapan akrobatlar, dansçılar, müzik yapan gruplar, animatörler, spor imkanları, hocalar, masörler.... Hepsi eskiye ve bir çok dünya ülkesine göre çok daha iyi durumda. Rehberler, araçlar, yollar hiç fena değil.

Tabi siz o tatil köyünün günlüğüne İstanbul'da bir akşam yemeği parası verdiğinizi unutursanız mutsuz olursunuz. Bir de tatil köylerindeki tatminsizlik yapısaldır, ayrı konu. Tatil köyleri modern hayatın simülasyonudur. Yiyecek ve yapacak bir sürü şey vardır ve siz büfeden büfeye, aktiviteden aktiviteye koşarken kendinizi planlama yorgunu bulursunuz ve daha da kötüsü ne kadar tüketirseniz tüketin yapamadığınız bir sürü şey kalır, içiniz buruk dönersiniz. Bu sene de su kayağına, tenise, masaja ve buhar banyosuna vakit ayıramamışınızdır ama darttan plaj voleyboluna bir sürü de şey yapmışsınızdır. Açık büfede bir sürü yemek vardır ve siz her şeyden karıştırarak hem berbat yemekler yersiniz hem üstüne pişman olursunuz. O yüzden tatil köyleri tükete tükete mutlu olunamayacağının yaşayan örneğidir. Modern hayatın tüketim çıkmazının küçük bir örneklemde ispatıdır. Dedelerimiz pansiyonda yaşamanın zorlukları ve huzuruyla göçüp gittiler. Bizler ise tatil köyünde yaşamanın yorgunluğu ve tatminsizliğiyle gebereceğiz.

Herneyse konumuza dönelim. Tatil köyleri sonuçta ciddi bir tüketici kitlesinin ihtiyacını karşılayan ve ana kütleyi taşıyan önemli "işyerleridir". O yüzden önemlidirler ve Türk turizminin iyi bildiği bir iştirler. Çocuklu ailelerin hayatını kolaylaşıran bir sürü imkan da sunarlar. Alternatif konseptler, mekanlar, fikirler geliştirilmelidir haliyle ama ana kütle sanırım buralara gelmeye devam edecektir.

Deniz-havuz-güneş tatili olarak adlandırabileceğimiz bu ana segmente ait temel görüşüm, ülkedeki neredeyse tüm sektörlerde olduğu gibi burada da iş adamlarımızın mükemmel üretim yaptığı ama hep olduğu gibi işin öncesi ve sonrasını, o kadar iyi beceremediğimiz şeklinde. 

Otel ve tatil köylerimizde hizmet biraz daha geliştirilebilir, personel eğitiminde yol alınabilir ve sektör bazı alanlarda ortak hareket ederek verimliliği artırabilir ama inanın bu alanda gidecek çok daha fazla yol yok. Hatta gerileme olabilir çünkü deneyimli personelin talepleri zamanla artacaktır. Ülkedeki kapasite yeterli mi, yani daha fazla tesis mi yapmalı yoksa burada durmalı mı onu bilemem. Daha doğrusu elimde bu analizi yapacak veri ve zaman yok ama olabiliyorsa yeni tesis yapmak yerine arzı kısıp turist başı geliri artırmak daha iyi geliyor kulağıma.

Türkiye'nin yurt dışında turistik tanıtımı yıllardır sürüyor. Arada başarılı işler görüyoruz ama tartışmalar ve şaibeler de bir türlü bitmiyor. Ve bu konuda da ne yapılabileceğini bilmiyorum çünkü şaibeli işler yapma konusunda bir deneyimim olmadığı için sorunun nasıl çözülebileceğini de tahayyül edemiyorum.

Daha ne yapılabilir?
Türkiye'de turizm gelirinin artması için öncelikle huzur gerekir. Ülkede ve bölgede ne kadar az çatışma olursa o kadar iyidir. Maalesef bunun reçetesini verebilecek durumda değilim. Ayrıca batıda estirilen anti-müslüman rüzgarların da önümüzde çok büyük bir engel olduğunun farkındayım.

Reklam yatırımları artarak devam etmeli ama hangi fikirler ve hangi sembollerle? Bugün öncelikle  sorgulamak istediğim şu "rakı-şişkebap" konumlandırması. Şunu sormak isterim; Kaçımız son bir ay içinde şişkebap yedi ve hanginizin yabancı misafirleri severek rakı içiyor? Bunlar bizlerin çok sık tüketiği, dolayısıyla ülkeye gelenlerin kolaylıkla ulaşabileceği, ulaşsa bile keyif alabileceği  ürünler değil. O yüzden kapsamlı bir hamleyle önce ülkeyi nasıl anlatacağımıza yönelik teknik çalışmalar yapılmalı, marka kılavuzu hazırlanmalı ve konuyla ilgili ilgisiz herkese dağıtılmalıdır. Yani ülkemizle ilgili kitaplardan web sitelerine, ropörtajlardan posterlere benzer bir dil ve görseller kullanılmalıdır.

Türkiye kişi başı çay tüketiminde dünyada üçüncü, peynir tüketiminde ise ilk beştedir. Hamurlu ürünlerde de sanırım önlerdedir. Diyeceğim o ki Türkiye'nin gıda sembolleri çay-simit-peynir'dir. Bunlar her yerde bulunabilir, ortalama bir dünyalıya hitap eder ve turistik bölgelerde daha "global" sunuş şekilleri geliştirilebilir. Ben gittiğim otellerde simit görmüyorum pek. Çayı da sütlü, limonlu ve fincanda sunma, yani yabancıya içirme  konusunda fikir ve ürün geliştirilmelidir. Biraz daha az tuzlu ve yumuşak beyaz peynir turiste hitap edebilir. Kolay işler değildir ama zor  da değildir. İstemek ve ne yapacağını bilmek gerekir.

Türkiye'nin sembol yemeği ise köftedir. Buna döner de eklenebilir ama bence Türkiye bir köfte cennetidir. Altındaki sebep, islami usulle kesip kanını akıttığımız kırmızı etlerin "steak" yapımına uygun olmamasıdır. Değişmez bir gerçektir. O yüzden kıyma temel et formu haline gelmiş ve kıymadan bir sürü yemek türemiştir. Başta köfte olmak üzere, dolma, pide-lahmacun ve sulu yemekler... Bir turisti Türkiye'de köfte turuna çıkarıp iki hafta boyunca farklı tatlar sunabilirsiniz. Bu pek anlamlı bir tur olmasa da yapmamız gereken,  tanıtımda bu ürünleri öne çıkarıp her yerde tüketmeye sunmaktır. O zaman gelenler keyif alır ve zihinlerde daha net bir iz kalır. Köfte-ayran Türkiye. Turistin seveceği az tuzlu, hafif gazlı ayran denemeleri de yapılabilir.

Türkiye'nin ulusal rengi kırmızı değil turkuazdır. Yani bence öyle olmalıdır. Kırmızı dünyadaki ülkelerin bayraklarının yarısında olan bir renktir. Küresel anlamda Çin'in sahiplendiği bir renktir. Kırmızı ile ayrışamayız. Daha önce bir yazıda önermiştim; milli takımlarımızın forma rengi turkuaz olmalı diye. İçinde adımız geçen özgün bir renktir. Unutmayın, dünyada "forma rengi" ile ayrışan iki ülkenin, yani gökmavi İtalyanlar ile portakal Hollandalıların bayraklarında bu renkler yoktur.

Bir araştırma yapılsa Türkiye'nin global algısında öne çıkan unsur barbarlık ve ülkeye gelme potansiyeli olan insanların en önemli kaygısı güvenlik çıkabilir. Halbuki bizi tanıyanların buluştuğu ortak nokta misafirperverliktir. Sokaklarımız da dünyanın bir çok yerine göre güvenlidir. Türkiye'nin global konumlandırması insan faktörü üzerine olmalıdır. Tüm iletişim çalışmalarında bu faktör net bir şekilde ifade edilmelidir. Nasıl formüle edileceği teknik bir konudur.

Gelelim tüketim sonrasına. Türkiye'ye gelen insanların yanlarında daha fazla şey götürmesi için organize çabaya ihtiyaç var. Şu an aldıkları takı, bazı otantik ürünler ve de taklit marka ürünlerin gittikleri yerlerde fazla mesaj taşıma hususiyeti yoktur.  

Örneğin oteller, tatil köyleri şef aşçılarına özel mönüler, yemekler geliştirme talimatı verip sonrasında da bunları kitaplaştırarak dönen turistlere verebilirler. Bu, öncelikle şefi çok motive eder. Turistler daha özgün yemekler yer ve de ülkelerine Türk yemek kitaplarıyla dönerler. Küçük kitapçıkların bir maliyeti de yoktur. Bunu ETS'ye önermiştim; "Yaşar Usta'dan Club Voyage yemekleri". Olmadı galiba. Ayrıca tatil köylerindeki alakart restoranlar da İtalyan, Meksika yerine "Antep", "Ege", "Karadeniz" şeklinde ayrışabilir.

Teknoloji çok gelişti. Oteller, tatil köyleri misafirlerin daha çok dijital kaydını almalı ve bunu onlara minimum maliyetle ulaştırmalıdır. Örneğini misafirlerin sürekli dijital resim ve video kayıtlarını çekebilirler ve bir kaç bilgisayar ve yazılımla insanların kendi tatil CD'lerini oluşturmaları için imkan yaratabilirler. Bu CD'ler ülke tanıtımı için çok kritik rol oynayabilir. Fazla bir maliyeti yoktur.

Lokum, helva pek de batılı damağına hitap eden ürünler değildir. Israrcı olmak yerine zeytin, peynir, zeytinyağı, reçel, şifalı otlar, kuruyemiş satışı teşvik edilmeli, yanlarında götürmeleri için fırsatlar yaratılmalıdır. Şık ve sağlam ambalajlar ve biraz pazarlama çabası.

Yine turistlerin dönerken alacakları bir içkimiz yoktur. Bu rakı değildir. Bence yeni bir milli  içki "icat" etmeliyiz. Yalandan kim ölmüş, hikaye bulunur. Bir içki şirketi bu işi bana versin, nasıl yapılırmış göstereyim. Parasında değilim, olur.

Daha bir sürü şey yapılabilir ama hepsi de ciddi vakit, nakit ama esas önemlisi akıl gerektiren işlerdir. Bunlarla turist sayısı ve turizm geliri hızla artırılabilir. Türkiye'nin kısa vadeli açıklarını kapatacak olan turizmdir. Bu ülke 40-50 milyon turist çekebilir. Sonrasında dünya egemenleri bir kaç yerde bombalar patlattırırlar mı bilemem ama denemekten başka şansımız yok.  Haftaya bu hedefin belki de yarısını karşılayabilecek İstanbul'un markalaşmasına gireceğim.

Allah hepimize akıl fikir versin.

.
.
Tüm Yazıları

.
.

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org