Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

GÜVEN BORÇA Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Türkiye'nin Önünü Tıkayan Korkular ve Boş Gündemler
01.12.2006
Okunma Sayısı : 4799
Oy Sayısı : 2
Değerlendirme : 5
Popülarite : 1,51
Verdiğiniz Puan :
 

 

Türkiye'nin Önünü Tıkayan Korkular ve Boş Gündemler

İmparatorluk geni taşıdığı için bugünkü durumu içine sindiremeyen yurdum insanı yeni global başarılar için yanıp tutuşurken ve de dünyanın en girişken iş adamlarına, genç ve çalışkan insan gücüne, coğrafi avantajlara sahipken neden bir türlü gerekli patlamayı yapamıyoruz? Marka, marka diye konuşup da tek bir global başarının ip ucunu göremememizin, son on yılın lokomotif  sektörlerinden tekstil, otomotiv ve televizyonda mevzi kaybetmemizin, iç piyasada katma değer üretilebilecek neredeyse tüm pazarları yabancılara devretmemizin ve de bunları hiç tartışmıyor olmamızın nedenleri nedir? Ekonomistler ve sosyologlar kendi analizlerini yapsınlar, ben bu bültende dünya markaları çıkarmamızın önüne bilerek/bilmeyerek koyduğumuz engelleri özetlemeye, bunu yaparken de olabildiğince pazarlama/iletişim penceresinden yorumlamaya; tanımlar, oranlar ve teknik analizlerle sınırlı kalmaya çalışacağım.

Korkma Sönmez
Pazarlamada ve siyasette insanları korkutmanın kimlerce nasıl avantaja dönüştürüldüğünden daha önceki bültenlerde bahsetmiştim. "Olan tehdidi abartmak ya da bir tehdit yaratarak kendini ona karşı çare olarak konumlandırmak, halkı o tehdide karşı kenetlenmeye çağırmak, aksini iddia edenleri de ihanetle suçlamak sık rastlanılan bir oy isteme ya da meşruiyet yaratma aracıdır. Maalesef ülkemizin dünya markaları çıkarmasının önündeki en önemli engellerden başında da abartılan tehditler gelmektedir."

Doğru hedeflere kilitlenmek için boş gündemlerden kurtulmalı, boş gündemlerden kurtulmak için de korkularımızı yenmeliyiz. Aynen milli marşımızın ilk kelimesinde bize söylendiği gibi.

Sözleriyle uyumsuz bestesinin ve de her şeyin içini boşaltma konusundaki eşsiz becerimizin bir sonucu olarak artık olur olmaz yerlerde ne dediğini anlamadan söylediğimiz İstiklal Marşımızın ilk dizelerini şöyle bir şiir gibi okusak, o dönemden bize verilen mesajı da ilk elden idrak edeceğiz;

KORKMA, SÖNMEZ BU ŞAFAKLARDA YÜZEN AL SANCAK
SÖNMEDEN YURDUMUN ÜSTÜNDE TÜTEN EN SON OCAK.

Korkma, cumhuriyet seksen yaşında. Kaç nesil yetişti cumhuriyet okullarında, şeriat gelemez bu ülkeye.
Korkma, elli yıldır seçim sandıkları kuruluyor bu memlekette. Hem de Amerikan seçimlerinin onda biri kadar şaibe olmadan. Demokrasi sahipsiz değil. İnsanlar fikrini söyledi diye çökmez üstümüze karanlık.
Korkma, biz istemezsek kimse bölemez bizi. Bırak herkes içini döksün, kendini ifade etsin millet.
Korkma yahu korkma! Güven kendine. O kadar kifayetsiz miyiz biz?

Beni korkutan tek şey var. O da dünya ticaretinden ve de dünya nimetlerinden giderek daha az pay almak ve de treni kaçırmak.

Yanlış gündem; türban ve laiklik
Çeklerin %70'i ateistmiş. Diğer bazı Avrupa ülkelerinde bu oran yarı yarıya. Biz ise  tamamına yakını inançlı bir toplumuz. Bu çok iyi bir şey. Toplumu bir arada tutan, belli tartışmaları geride bırakıp ortak hedeflere kilitlenmemizi kolaylaştıran bir mutabakat, ortak payda. Ancak en çok da burada takılıyoruz nedense. İnancımızı adam gibi yaşamaktan korkuyoruz. İrtica tehdidini en başa koyuyor, insanların baş örtüsüyle uğraşıyoruz.

Bugün yetişkin kadınlarımızın %65'i başını örtüyor. Biraz sosyolojiden anlıyorsam bu oran öyle kısa sürede yarıya filan inmez. Yani bu ülkenin gerçeği şimdilik bu ve yapmamız gereken bu kadınları hayatın dışına atmamak, gerçeği kabullenmek Biz ise bu kadınları insan olarak değil de bir savaşın neferleri olarak görüyoruz. Tamam kamu görevi vermeyelim ama kızlarımızı başını örttüğü için üniversitelere almamanın ilericilikle de, çağdaşlıkla da ve hatta insanlıkla ilgisi yok. Başını örtüyor diye Başbakan'ın eşini Çankaya'ya sokmamak ise ayıp. Kaba! Bu zihniyet zamanında Çankaya'da muhafızlık yapsaydı Latife hanımı da almayacaktı içeri herhalde.

Türbanın siyasi simge olma konusu da enteresan. Bence konu bir şekilde başını örtme meselesidir ve benim bildiğim dünyanın hiç bir ülkesinde insanların yarıdan fazlası aktif siyaset  ile ilgilenip siyasi mesajlar vermezler. Ceza koymazsan oy bile vermezler. Ha, siz gererseniz onlar da savunmaya, sembolleştirmeye meylederler.

Türkiye'de radikal islamcı, şeriatçı diyebileceğimiz kesimin oranı dünyanın bir çok ülkesindeki radikal dinci oranından, örneğin ABD'den düşüktür. Nüfusun geri kalanı demokrasiye inanmış, laik, başını açana ve içkisini içene saygılı normal inançlı insanlardır. Bu insanların AKP'ye oy vermesi paranoyak zihinlere kurt düşürmüştür ama yapılan sadece siyasi yorum hatasıdır. Son seçimlerde insanlarımız AKP'ye şeriat getirsin, din devleti  kursun diye oy vermedi. Doksanlarda ülkeyi soyan, gerileten ve krizlere teslim eden siyasi kadroları cezalandırdı o kadar.

Aslında egemenler neyin ne olduğunu biliyor ama başta da dediğim gibi memleketi korkutmak için tehdit lazım. Yıllardır korkutulduğumuz Rusya'nın, Yunanistan'ın artık tehdit olmadığı netleşti. Irak, Suriye'nin kendine hali yok. İran ise bize devrimini ihraç etmek için yirmi yıldır neredeyse hiç bir şey yapmıyor. Nasıl korkutulacak bu millet? Laikik elden gidiyor diye. Yoksa birilerinin meşruiyeti ve gücü sorgulanacak.

Türkiye'de tabanda dindarlarla "laikler" arasında hiç bir zaman gerilim olmadı. AKP'yi bırakalım da lider kadrosunun düşünceleri doğrultusunda istediğini yapsın demiyorum, sadece tabandaki durumu bir pazarlamacı olarak doğru tespit etmekten bahsediyorum.   

Şirketlerimizde çok sayıda genç çalışan var. Son yıllarda onların evlilik törenleri vesilesiyle şehrin kenar mahallelerindeki düğün salonlarına sık sık gittik. Buralarda  mini etekli kızlarla başı örtülü kızları ve de terbiyeli erkeklerimizi kolkola halay çekerken görünce hep tabandaki uyum ve mutabakat konusu aklıma gelir. Otobüse, dolmuşa her bindiğimde de şaşmaz bir şekilde aynı tespiti yaparım. Nişantaşı, Bağdat Caddesi veya Kavaklıdere hattından veya lojmandan çıkmazsanız bunları göremezsiniz ve farklı bir Türkiye tasavvuru yaparsınız.  

Gerçek Milliyetçilik
Nedir milliyetçilik? Benim tarifim "daha fazla çalışmak, daha fazla üretmek, ürettiğimizi katma değer ekleyerek pazarlamak, ülke algısını düzeltmek ama bunu çok da kafaya takmamak, daha fazla turist çekmek ve de onları daha fazla mutlu ederek daha çok paralarını almak, milli geliri yükseltmek, eşit paylaşmak, dünyada daha güçlü ve daha etkin olmak, ülkede huzur içinde yaşamak." Hal böyleyse, kimse benden milliyetçi olmasın.

Ama ülkemiz milliyetçiliği yanlış gündemler ve tabular yaratarak ve de iletişim açısından "mükemmel" bulduğum sloganlar üreterek bizi bu hedeflerden uzaklaştırmada eşsiz. Burada teknik kalmaya çalışarak kafa karıştıran milliyetçi sloganlara örnekler vermekle yetineceğim:  

Örneğin resmi Kıbrıs politikası iç iletişim başarılarıyla(!) doludur. Kurduğumuz devleti kardeş Azerbaycan bile tanımadı. "Türklüğü Anadolu'ya hapsetmek" gibi eşsiz bir slogan yaratıldı ve esas bu sloganın arkasındai zihniyet bizi kendi küçük dünyamıza hapsetti. "Kıbrıs Barış harekatı" da "battaniye sloganlara" güzel bir örnektir. Oradaki Rum mallarından hiç bahsedilmedi. Yıllarca uzlaşmaz tavır sergiledik ve şimdi Rumlar AB üyesi. Elleri kuvvetlenince onlar uzlaşmaz oldu ve bunu da iyi manipule ediyor statükocular. Kimse Denktaş'ın son yirmi yılını sorgulamıyor.

Kürt sorunu gerçek anlamda hiç tartışılmadı çünkü yirmi yılda "otuz bin kişinin katili" dışında tek bir söylem oluşturulmadı. Bu slogan tüm tartışmaları susturucu bir duvar olarak hep orada kaldı.   

"Türklüğe hakaret" diye bir şey çıkardık ve bunu yaptığını iddia ettiğimiz kişilere  karşı gösterdiğimiz derin tepki ile Türklüğe gerçek hakareti yaptık. 

Dediğim gibi Türk milliyetçiliği iletişimde, slogan üretmede, sembolleştirmede eşsizdir. Yeri gelmişken yakın tarihimizdeki en başarılı siyasi sembol olan "kasket" hikayesine de değineyim. İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyalizm dünyaya yayılırken, Türkiye'de de TİP meclise 15 milletvekili sokunca egemenler panik oldu. Genetik/kültürel olarak kapitalizme yatkın durmayan Türk halkının sosyalizm rüyasından etkilenmemesi için kullanılacak argümanlar haliyle "ekonomik" değildi. Din ve namus öne çıktı ve muhteşem bir efsane yaratıldı: Sosyalizmde herşey ortak ya, karılar da ortak. Evine giriyorsun ve askıda başka bir erkeğin kasketini görürsen geri dönüyorsun çünkü o sıra karın bir "kamu malı" olarak ortak kullanımda. Bu masala Türk halkı inandı ve kasket gibi bir sembolle akıllara kazındı. Türkiye'de sol hareketi en başından halktan kopardı. 

Gerçek Atatürkçülük
Türkiye'de paranoyayı ve sahte gündemleri yaratan statükocu kesimin en büyük dayanağı maalesef Mustafa Kemal Atatürk. Kendisinin o günün özel koşullarında söyledikleri ya da yaptıklarını başarıyla manipüle ederek bugüne getirdiler, bazı şeyleri özenle sakladılar ve de baştan sona yanlış bir "Atatürkçülük" efsanesi yarattılar. Atatürk bugün Yekta Güngör Özden'in tanısa kendisini "Atatürk'e hakaretten" mahkemeye verirdi.

Bazı kesimler Atatürk'ün yıllarca savaştığı Avrupa devletlerine karşı olan çekincelerini hala sürdürüyor, sözlerini referans gösteriyor. Şu basit gerçek saklanıyor; aralarında yüzyıllardır savaşan Avrupa o sıralar birinci dünya savaşından çıkmış ikincisine hazırlanıyordu. Yani rahmetli barış içinde bir Avrupa görmedi ki.  Avrupa'nın dünya hakimiyetini ABD'ye, onun da Uzak Doğu'ya kaptıracağını ise belki hayal bile etmedi. AB projesini görse ve yaşasaydı, AB'nin ülkedeki ve de kıtadaki önde gelen bayraktarı olurdu. Atatürk'ün o gün ifade ettiği "muasır medeniyet" hedefinin bugünkü karşılığı "AB üyeliğidir". İlla ki girelim demiyorum ama doğru yorum budur.

Bir başka yanlış yorum da Atatürk'ün yaptığı devrimleri bugüne olduğu gibi  taşımaktır. Atatürk ülkede bir dönüşüm başlattı. Bir kısmı çok iyi ilerledi, bazıları umulduğu gibi gitmedi. Atatürk'ün harf ve ölçü birimleri devrimleri mükemmel bir başarıyla tuttu. Bugün ülkede eski harf veya ölçü birimi kullanan yok. Bunu hafife almayalım. ABD'de insanlar uzunluk ve ağırlıkta iki birimi de birlikte kullanıyorlar. Hilafetin kaldırılması da bir çok muhtemel sıkıntıyı engelleyen başarılı bir adımdı.

Ancak örneğin müzik konusunda başlattıkları üretken olmadı. O dönemin evrensel çağdaş müziği klasik müzikti ve Atatürk bunu teşvik etti ancak bu müzik toplumda mayalanmadı. Köyden kente göç arttıkça yeni sentezler oluştu. Biz aydınlar direndik ama en son kalemiz olan TRT'de düştü ve uzun süredir Timur Selçuk ile Orhan Gencebay arabesk tartışmıyorlar. Müziğimiz de füzyonlaya füzyonlaya gidiyor. Hiphop bile tuttu ülkede. Buradan çıkaracağımız ders şu ki bir girişimin tutmayacağı belli olduktan sonra ısrarın anlamı yok. Yetmişlerin TRT yöneticilerinin ceberrutluğunu bugün üniversitelerdeki türban yasakları konusunda YÖK yöneticileri yaşatıyor bize. Atatürk yaşasaydı Sezen Aksu dinlerdi emin olun.  

Atatürk Türk kadınının başını açabilmesini istedi. Hayali belki de tamamı klasik müzik dinleyen ve başı açık gezen kadınlardan oluşan bir "şehirli" ülke idi. Benim de şahsi tercihim budur ama olmadı, köylü nüfus şehire aktı ve oraları büyük köylere dönüştürdü. Bugün yeni bir tespite ve plana ihtiyaç var.

Gerçek Sol
Laiklik tartışmaları ülkede sol kavramını bulandırdı. Bugün sol adına ortaya çıkanlar aslında laiklik görüntüsü altında statükoyu savunanlar. Referansları Atatürk, yaptıkları korku ticareti. En başta CHP. Zamanın sol gazetesi ve seksenlerde büyük bir tutkuyla aldığım Cumhuriyet bugün Türkiye'nin en gerici yayın organlarından biri haline geldi. Türk Solu adlı derginin söylemleri resmen faşizan. Ortada sol adına büyük bir kafa karışıklığı, belki de aldatmaca var.

Öte yandan solun içinde de kafa karışıklığı sürüyor. Oradaki hataların başında da Marx'ı olduğu gibi bugüne taşımak geliyor. Halbuki hayat sürekli değişkenlik gösteriyor ve sürekli yeni çözümler bulmayı gerektiriyor. Marks her çözümü müteakip önümüze düşen parçaların eski çözümü bozup yeniden yapmayı gerektireceğini söylemişti. Sonra bazı Marksistler çıktı ve nihai çözümü bulduklarını düşündüler, aynı çözümde tıkanıp kaldılar. Hayat onları affetmedi. Bugün piyasa ekonomisini tamamen  reddederek, dünyadaki bütün serveti ve de üretim araçlarını bir gün kamulaştıracağını düşünerek siyaset yapmak nasıl bir düşünce tarzıdır anlamak zor.

Aynı şekilde klasik burjuvazi-proleterya segmentasyonunu hala geçerli kabul ederek işçi merkezli siyaset yapmak da solun büyük yanılgılarından. Günümüzün sendikalı fabrika işçisi bazı kazanılmış hakları nedeniyle toplumun ezilen değil nispeten ayrıcalıklı sınıfı haline gelmiştir. Ve bu haklarını, yani işini koruyabilmek adına her şeyi yapabilecek durumdadır. Sermaye tarafından "satın alınmışlardır". Düzeni değiştirme gibi bir ihtiyaçları yoktur. Bugünün ezilen insanları global tekeller karşısında işini sürdüremeyen yerel sanayici, fast food zincirleri karşısında tutunamayan çorbacı, pideci ve büyük alışveriş merkezleri tarafından yok edilen küçük esnaf, işsizler ve de AB sürecinde başına kimbilir  ne çoraplar örülecek olan köylüdür. Toplumdaki statüsü giderek azalan öğretmenler ve itibarı düşen hukukçulardır mağdur olan.  

Buraya yazmak istediklerimi Erol Katırcıoğlu hocam bir yazısında çok güzel özetlemiş. Direkt alıntı yapacağım.

"Kestirmeden söylersem sol, tüm mağdurların ya da kendini mağdur hissedenlerin sesi olamadığı sürece bu derin sessizlik de bozulmayacak. Burada orta yola pek yer yok Ya özgürlükleri savunur ya da savunmazsınız. Örneğin işçi sınıfının ezilmişliğinden ve özgürleşmesi gerektiğinden söz ederken sırf işçi değil diye büyük tekellerin baskısı altında işini geliştiremeyen işadamının özgürlüğünü yok sayamazsınız. Ya da işçi sınıfının özgürlüğünden söz ederken, sırf "din toplumun afyonudur" gibisinden bir lafa inancınızdan ötürü din özgürlüğünü yaşayamayanlara sırt çeviremezsiniz. Ya da emperyalizm toplumu etnik temele göre bölerek yönetmek istiyor hurafesini ciddiye alıp toplumun kimlik taleplerini görmezden gelemezsiniz."

.
.
Tüm Yazıları

.
.

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org